“Sihirbazlar hünerlerini gösterince, halkın gözlerini büyülediler ve onları dehşete düşürdüler; hâsılı büyük bir sihir gösterdiler.”
A’raf Suresi, 116
Kur’an-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, Musa (A.S.) zamanındaki sihirbazları ve onların sihirbazlıklarını bize böyle anlatmaktadır. Yani sihir, bir tür “gözleri büyüleme”, “göz bağcılığı”, “olmayan şeyleri olur gibi gösterme” sanatıdır.
Günümüzde hazırlanan filmlere, filmlerde kullanılan hîlelere, görsel efektlere baktığımızda, Hz. Musa (A.S.) dönemindeki sihrin modern bir şeklini görmekteyiz. Havada uçan, insanüstü işler yapan insanlar, ejderhalar, canavarlar, uzaylılar, yarı insan-yarı hayvan varlıklar vs..
Bütün bunların ötesinde de “sihir” ve “büyü” konusu, şu âna kadar hazırlanmış pek çok film ve çizgifilmin içinde sürekli işlenmiştir. Çocukluğumuzdan beri bizlere sunulan film ve çizgifilmlerin çoğuna baktığımızda, “sihir” konusunun ne kadar çok işlenmiş olduğunu görürüz: “He-man”, “Şirinler”, “Voltran”, “Harry Potter”, “Yüzüklerin Efendisi”, “Yıldız Savaşları” vb..
Bu film ve çizgifilmlerde insanların bilinçaltına verilen en büyük mesaj, “iyi sihir” ve “iyi sihirbazlar” olduğu yönündedir. Kısaca bir tür “algı operasyonu” ve “pembe propaganda” da diyebiliriz. Hâlbuki yüce Rabbimiz Kur’anında, sihrin şeytan işi bir uğraş ve küfür/Allah’ı inkâr olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir:
“(Yahudiler ve yahudilerin din adamı olan hahamlar) tuttular, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytanlaşmış insanların) uydurdukları yalanların (Hz. Süleyman’ın sihirle dünyaya hâkim olduğu ve bu şekilde insanlara, hayvanlara ve cinlere hükmettiği yalanının) ardına düştüler. Hâlbuki Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar (şeytanın yolunda giden insanlar) insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek: “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihir yaparak) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye sihir öğretmiyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren (kendilerini Cehennem’e düşüren), fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu (sihri) satın alanın ahirette bir nasîbi olmadığını biliyorlardı. (Yine de nefislerine ve şeytana uyarak bu kötü işi yapıyorlardı.) Kendilerini, karşılığında sattıkları şey ne kötüdür. Keşke (gerçekten) bilselerdi.”
Bakara Suresi, 102
Maalesef insanoğlu, çoğu zaman nefsine ve şeytana uyarak kendi aleyhinde olan şeyleri yapmakta, günah işlemekte ve hatta Allah muhafaza küfre/inkâra düşmektedir.
Günümüzde de, pek çoğu şeytanın ve şeytanlaşmış insanların kontrolünde olan sinema ve film sektörü, insanları Allah’ın yolundan uzaklaştıran, inkâra götüren, evrim yalanına inandırmaya çalışan, canlıların zamanla mutasyon ve evrime uğrayarak kendiliğinden oluştuğunu onlara telkin eden, herşeyi yaratan sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı yerine; tabiatı/doğayı, uydurma eski Yunan, Mısır, Hind, Çin, İskandinav tanrılarını, hayâlî kahramanları (Süpermenleri, Betmenleri, Örümcekadamları, Ninja Kaplumbağaları vs..), sihirbazları, uzaylıları geçirmeye çalışan, hayatı sadece bu geçici dünyadan ibaret olarak gösteren, paraya, altına, hazinelere, güce, iktidara, şöhrete, nefsânî istek ve arzulara ulaşmayı asıl amaç ve gâye olarak gösteren bir rol oynamaktadır. Bu yönüyle sinema ve film sektörünün günümüzün modern bir sihri ve sihirbazlığı olduğunu söyleyebiliriz.
Peki bu bâtıl, insanları haktan, doğrudan, dinden ve îmandan uzaklaştıran filmlere, yayınlara ve programlara karşı biz Müslümanlar neyle ve hangi metodlarla mücadele edebiliriz?
Mâlûm: Hz. Musa (A.S.)’a Cenâb-ı Hak tarafından o zamanki sihirbazların uydurma sihir ve büyü âletlerini yutacak bir asâ verilmişti. Hz. Musa, asâsını yere attığında büyük bir ejderhaya dönüşüyor ve sihirbazların bütün ipten saptan sihir âletlerini yutuyordu. İnsanların gözüne çekilen sihir ve küfür perdesini parçalayıp, onlara hak ve hakîkati gösteriyordu. Peki acaba günümüzün Asâ-yı Musa’sı nedir ve hangi metodlarla bugünün
modern sihirbazlığıyla mücadele edecektir?
Günümüz “bilim çağı” olduğuna ve her peygambere, zamanının şartlarına uygun bir mucize verildiğine göre (Hz. Musa’ya o zamanki sihirbazlara karşı onlara benzer mucizeler, Hz. İsa’ya, zamanında gelişmiş tıp sahasında mucizeler, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz’e o zaman ileri gitmiş olan edebiyat ve şiir sanatında en üstün ve en yüksek olan Kur’an-ı Kerîm şeklinde en büyük bir mucize) günümüzde ilerlemiş olan bilim ve teknolojiye göre de, Allah’ın ve ahiretin varlığını ilmî, aklî ve mantıkî olarak ortaya koyacak, îmanın esaslarını akla ve mantığa kabul ettirecek maddî ve kevnî mucizeleri ortaya koymak lâzımdır. Yani ateistlerin/dinsizlerin, materyalistlerin/maddecilerin, natüralistlerin/tabiatçıların dalâlete, inkâra gittikleri yerde yani kâinatta, varlık âleminde ve maddede Allah’ın varlık ve birlik delillerini gösterecek bir hakîkata ve kitaba ihtiyaç vardır. İşte bu zamanda bu kitab da, Allah’ın isimlerini ve Kur’anın âyetlerini kâinat kitabında ilmî, aklî ve mantıkî tarzda okuyarak isbat eden çağımızın en hârika ve en mükemmel bir tefsîri olan Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri’nin “Risâle-i Nur” eserleridir.
Risâle-i Nur eserlerinin nasıl Allah’ın varlığını ve birliğini ilmî/bilimsel olarak isbat ettiğini ve asrımızdaki inkâr ve sihir karanlıklarını izâle ettiğini bundan sonraki yazılarımızda ele almaya çalışacağız Allah’ın izniyle muhterem okuyucularım. Allah’a emanet olunuz.
Bundan sonraki konu başlığımız:
“BU ÇAĞIN ASÂ-YI MUSA’SI: RİSÂLE-İ NUR”