“RİSÂLE-İ NUR” 1
“Firavun: “Eğer bir mucize ile geldinse, doğru söylüyenlerden isen, getir onu bakalım!” dedi.
Bunun üzerine (Musa) âsâsını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için bembeyaz parlıyordu.”
A’raf Suresi, 106-108
İçinde bulunduğumuz çağ, tıpkı firavunlar dönemi Mısır’ı gibi bir inkâr, sihir ve maddecilik/materyalizm çağıdır. Herşeyin, ilmi, iradesi ve kudreti olmayan sebeplerle, maddeyle ve “tabiat/doğa” denilen hayâlî bir varlıkla açıklanmaya çalışıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Fakat karşı tarafın elindeki teknolojik imkânlar ve propaganda araçları (basın-yayın, sinema, radyo, televizyon, bilgisayar, cep telefonu vs.) o kadar güçlü ki, bâtılı hak, yanlışı doğru, kötüyü iyi gösterebiliyorlar.
Eskilerin fıkra kâbilinden söylediği bir söz vardır: “Yalancının biri yukarı mahallede bir yalan söylemiş, aşağı mahallede kendi inanmış” diye. Bunlar da öyle. Hepsi topluca “herşeyin tesadüfen, rastgele oluştuğu” gibi, “insanın maymundan geldiği” gibi, “canlıların içgüdüyle kendine kendine hareket ettiği” gibi öyle yalan ve yanlışlara kendilerini inandırmışlar ki, tıpkı firavun ve adamlarının küfürde/inkârda inadı gibi fikirlerinde ısrar ediyorlar, Allah’ı kabul etmek istemiyorlar. Çünkü kendi nefislerini ve enaniyetlerini/benliklerini kendilerine ilâh edinmişler. Bundan da vazgeçmek işlerine gelmiyor. Kendi bâtıl zihniyetlerinin/ideolojilerinin dünyaya hâkimiyetini sürdürmesi için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar. Gerek ekonomik krizler, gerek savaşlar çıkararak insanların maddeye, paraya ve kendi sistemlerine olan kulluklarının sürmesini istiyorlar. Bu yüzden tüm materyalistlerin, kapitalistlerin, masonların ve siyonist yahudilerin kabul ettiği ortak sembol, firavunların piramididir. Piramit, azınlık bir üst kesimin, çoğunluk olan halkı ezdiği, köleleştirdiği, baskıyla, zulümle yönettiği sistemdir. İslâm’ın sembolü ise Kâbe’dir. Yani küptür; tüm insanların hakta, adâlette ve Allah’a kullukta eşit olduğu sistemdir.
Çağımızın modern bir İslâm âlimi ve müfessiri olan Bedîüzzaman, “Risâle-i Nur” isimli tefsir külliyatının “Sözler” kitabının 30. Sözünde şöyle der:
“Evet Nemrutları, Firavunları yetiştiren ve dâyelik (annelik) edip emziren, Eski Mısır ve Bâbilin ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususî (özel) olduğu için etrafında “sihir” diye telakkî (kabul) edilen eski felsefeleri olduğu gibi; âliheleri (ilâhları) Eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnâmı (putları) tevlid eden (doğuran) felsefe-i tabiîye (tabiat felsefesi) bataklığıdır. Evet tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görmeyen insan, herşeye bir ulûhiyet (ilâhlık) verip kendi başına musallat (belâ) eder.”
Sözler, s. 574
Eskiden sihirle felsefenin ne alâkası olduğunu işin açıkçası pek anlayamazdım. Çünkü sihrin sadece gözbağcılığından ve cin, şeytan gibi ruhânî varlıklar kullanılarak yapılan bir kısım olağanüstü hâdiselerden ibaret olduğunu zannediyordum. Fakat sonradan konuyla ilgili okuduğum kitaplar, sihrin aslında başlı başına materyalist ve natüralist bir felsefe olduğunu ortaya koydular. Bunlardan birisi olan “Dünyayı Yöneten Gizli Örgüt İlluminati” kitabında yazar Aytekin Gezici, “Eski Mısır’dan Kabala’ya” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala’dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü (sihir) ile ilgilenmiştir.
Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon (Şimon) Halevi, “Kabala, Tradition of Knowledge” (Kabala, Gizli İlmin Geleneği) adlı kitabında Kabala’yı şöyle tanımlamaktadır:
“Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.
Kabala’nın dikkat çekici bir yönü ise, Tevrat’taki yaratılış anlatımından çok farklı bir anlatım içermesi, Eski Mısır’ın maddenin sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır. Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer bu konuda şunları yazmaktadır:
“(Kabala) Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir. Kabala’nın en önemli bölümü, evrenin oluşturulmasına ilişkin kuramıdır. Bu kuram, teist (Allah’ın birliğine inanan) dinlerde benimsenen yaratılıştan pek farklıdır. Kabala’ya göre, yaratılışın başlangıcında “daireler” ya da “yörüngeler” anlamına gelen ve SEFİROT olarak anılan, özdeksel (maddî) hem de tinsel (mânevî) nitelikli oluşumlar (kendi kendine) doğmuştur. Bunların toplam sayısı 32’dir; ilk onu Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. Kabala’nın bu özelliği, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının olduğunu ortaya koyar.. Böylece Kabala, Yahudi dininden hayli uzaklaşır; Doğu’nun eski gizemli inanç sistemleriyle.. çok daha bağdaşır.” (Masonluk Nedir ve Nasıldır? Murat Özgen Ayfer, İstanbul, 1992, s. 298, 299)
Eski Mısır’ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat’ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini benimsemişler ve böylece Kabala, Yahudiliğin içinde ama Tevrat’a muhalif bir mistik (gizli) öğreti olarak gelişmiştir.”
İlluminati, s. 194-197
Devamı Önümüzdeki haftaya inşaAllah Azîz okuyucularım.